Amberin Zaman bugün Habertürk’de ‘’Suriye’ye askeri müdahele’’ başlıklı bir yazı yayımlayarak bir kez daha Suriye meselesini ele aldı. Anlaşıldığı kadarıyla kendisi, Suriye’de olanlardan oldukça etkilenmiş ve savrulmuş. O kadar ki, en başta Suriye’ye hemen bir müdahele yapılmalı pozisyonundan, şu anki, bir uluslararası mutabakata varılmadan hareket edilmemeli pozisyonuna ulaşmış.
Zaman’ın the Economist’deki yazıları özellikle son zamanlarda Türkiye’deki demokrasi eksikliklerine, AKP ve Gülen cemaatine yaptığı eleştirilerle dikkat toplarken, en baştan söylemeliyim ki Suriye üzerine yazdığı yazılardaki naiflik şaşırtıcı boyutta. Zaman’ın Türk basınındaki önemine riayeten bugünkü yazısındaki bazı ciddi çelişkilere, hiç de niyetim olmadığı halde, ayna tutmak zorunda kaldım.
• Öncelikle Suriye krizinin en başında askeri müdahele olmasını savunduğunu söylerek muhtemelen Zaman tarafsızlığını ispat etme çabasında, ama maalesef bu itiraf Zaman’ın o günlerde de, bugünlerde olduğu gibi Suriye halkından ve zemindeki gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu göstermekte. Tekrar hatırlatmak gerekirse, Suriye muhalefetinin büyük çoğunluğu, en azından Ağustos sonlarına ve hatta Sonbahar ortalarına kadar özellikle NATO müdahelesine ve dış müdahelelere karşıydı. Bu tarihlere kadar Hür Suriye Ordusunun henüz esamesi pek okunmuyor, ismi duyulmaya başlasa da, barışçıl protestolarla Esad’ın gitmesi Suriye isyancılarının genelinde hakim bir görüş olarak duruyordu. Demek ki Zaman o zamanlar çok önce, Suriye isyancılarına ve halkına rağmen NATO veya dış müdahelesini istiyormuş ki, herhangi bir aktivist ile görüşmüş, Suriye halkının nabzını tutabilmiş olsaydı, yanlışlığının farkına varırdı.
• Zaman, hiç hazzetmediğini ifade ettiği Henry Kissinger’in geçtiğimiz günlerde yazdığı ve Washington Post’da yayınlanan yazısına büyük atıflarda bulunuyor. Demek ki Kissinger’in ortadoğu analizlerine büyük önem veriyor. Aynı yazısında Zaman bir de Irak’daki tampon bölge tartışmalarını Suriye’yle ilişkilendiriyor (Irak tartışmalarının Suriye’ye uygulanmasındaki bazı naifliklikleri daha önce ortaklaşa yayınladığım bu raporda cevap vermiştim). Ne büyük talihsizlik ki, aynı Kissinger’in şimdi savaşı başlatanların büyük çoğunluğunun dahi hatırlamak istemediği Irak Savaşının en büyük destekçisi ve stratejik olarak özellikle Irak’taki enerji kaynaklarının önemine 2007 yıllarında dahi yaptığı atıflar, azıcık bakılsa, Kissinger’in neden Irak Savaşını ve işgalini desteklediğini gösterebilirdi. Ve aynı Kissinger’in, enerji kaynaklarına sahip olmayan Suriye’ye müdahelenin gereksizliğine inanmasının nedenleri de sezinlenebilirdi. Zaman'ın Irak atıfının yapıldığı yazısında, bu yanlış savaşın en büyük destekçilerinden birinin Suriye konusundaki bir yazısında atıf yapmak, en hafif anlamıyla ciddi ve derin bir tenakuza işaret ediyor.
• Ben şahsen müdahele karşıtı hiç kimseyi Esadçı olmakla suçlamam. Ama kafası ciddi karışık olan ve görüldüğü kadarıyla Suriye halkından ve zemindeki gerçeklerden en başından beri uzak kalan bir ismin, bu halde reçete yazmasını hoş görmem. Bu hem Suriye halkına saygısızlık hem de Amberin Zaman ismine yakışıksız kalır.
• ‘’Suriye Ordusu halen çok güçlü’’ diyor Zaman. Savunmasız halka tankla veya henüz bugün Latakya’da görüldüğü üzre helikopterle saldıran bir ordu mu güçlü dediği ordu? Bu ‘’çok güçlü’’ ordunun ülkenin büyük bir kısmında sürekli bir şekilde kalamadığını biliyor mu Zaman? Özellikle rejimin elit ordusu ve büyük çoğunluğu Esad ile aynı altyapıya sahip 4. Kolorduyu oradan oraya gönderip, bombalayıp, sonra başka yerlere kaçıp aynı vahşiliği yapan bir ordu mu kuvvetli? İçeriden gelen haberler Idlib, Hama, Daral Zour ve Humus gibi büyük şehirlerin büyük kısmının artık isyancıların elinde olduğunu gösteriyor ve ancak tanklarla bu yerleşim merkezlerine girebildiğini, en azından benim twitter timeline’ımdan bilmesi gerekirdi, çünkü anladığım kadarıyla Suriye içinden görüştüğü kimse yok Zaman’ın. Şu an Esad rejiminin Şam ve Halep dışında neredeyse hiçbir yerde sivil otoritesinin kalmadığı bir ülkeden sözediyoruz. Tampon bölgeler zaten doğal olarak kuruluyor. Bütün askeri varlığını, siviller üstüne çullanarak kullanan ve Hula katliamı gibi insanlık dışı katliamlara karışan Suriye rejimi ordusunu halkına göre ‘’çok güçlü’’ olarak tanımlayabilirler tabi ki. Ama normatif olarak böyle bir tanımlama ancak yanlış bir tanımlamadır.
• Güvenilir hiçbir kimsenin ‘ABD’yi bırak, bu işi Türkiye tek başına yapar’ dediğini ben duymadım. Bu tür abartılı sözlerin yanlış algı yaratmasının önüne geçmesi için en azından isim verebilirse, Batı'da veya Türkiye'de, çok seviniriz. Ben de dahil olmak üzere, ezici bir çoğunluk Türkiye’nin Suriye meselesini tek başına çözüme kavuşturabileceğine inanmıyor. Ve bu nedenden dolayı da, her ne kadar retorik olarak Esad’a karşı Türkiye sert ve tehditvari görünse de (ki bu duruşun Esad'a ciddi bir baskı kurduğu bir gerçektir), harekete geçmemektedir. Çünkü Ankara’daki politika yapıcıları da Suriyeli Kürt konusu gibi daha birçok Türkiye’nin iç ve dış dezavantaj ve yetersizliklerinden dolayı, Suriye meselesinde ABD’nin desteğini alması gerektiğinin farkındadır.
• Zaman’ın yazısının en ciddi hayalkırıklığı yaratan kısmı ise son paragrafları. Türkiye neden Hür Suriye Ordusuna kapılarını açtı diyor Zaman. Bu şu demek, Ankara bütün sınır kapılarını sıkıya sıkıya kapamalı ve Suriyeli sivillere ateş açmaya daha çok dayanamayan ve Suriye içinde yaşaması da mümkün olmayan ordu eski mensupları Esad’ın ‘olmayan’ rahmetine bırakılmalıydı. Ben Suriye zindanını sadece 12 saat gördüm Ocak ayında ve tutukluluğumun ilk saatlerinde karşılaştığım ve daha sonra ‘’hoşgeldin partisi’’ olarak adlandırıldığını öğrendiğim -kendimin de ucundan azıcık tattığı- tekme, tokat ve küfür resepsiyonuna şahit biri olarak bu yarım gün bana yetti. Kelepçeli olarak kaldığım yaklaşık 6-7 saat içinde her iki yanımda duran iki şabihayı, ülkeden çıktıktan sonra haftalarca rüyalarımda gördüm, Suriye güçlerinden her gece kaçarak uyandım. Allah, Zaman’a böyle bir tecrübe hiç göstermesin. Göstermesin ama Zaman da Türkiye Suriye muhalefetine kapılarını kapamalıydı aklını verirken, yazısının girişinde bahsettiği vicdanına daha çok müracaat etsin, belki o konuda da, ümit edelim, bir savruluş daha yaşar. Bunun ötesinde bu tavsiyesine de daha çok cevap vermeyeceğim.
• Suudi Arabistan’da Şiiler ayaklansa ve rejim katliamlara başlasa ‘oraya da mı müdahele edelim diyecek Ankara' sorusu ise izan ölçüsü olmayan bir sual. Türkiye’nin en uzun sınırının olduğu kapı komşusu Suriye ile Suudi Arabistan nasıl karşılaştırılır ve nasıl böyle bir çıkarsama yapılabilir? Bugün ABD’nin komşusu Mexico’da olanlar başkalarını ne kadar az ilgilendiriyorsa, Türkiye’nin kapı komşusu Suriye’de olanlar da o kadar çok Ankara’yı ilgilendirir. Türkiye’nin moral olarak durduğu yer doğru yerdir. Yarın birgün, Suudi Arabistan’da da bir ayaklanma çıkarsa, Türkiye hakkı yenen ve ayaklananların yanında ve otoriterlere karşı durmalıdır. Bu ise her ülkede ama özellikle Türkiye gibi orta ölçekli ve sürekli yükselen ülkeler için coğrafi olarak doğrudan etkilendiği ülkeler gibi olmaz. Hiç kimse de neden Türkiye Arabistan’a müdahele etmiyor diye çıkışmaz. Burada Suriye'nin Türkiye'nin Milli Güvenlik açısından önemini anlatmaya kalkarak uzatmayacağım. En özet haliyle, Zaman bir kez daha abartılı ve yersiz karşılaştırmaların kurbanı yapıyor okuyucularını.
• Zaman’ın bir köşe yazısına yazacağım en kısa ve üstüne basmalıyım ki en nazik cevaplar bunlar. Zaman daha fazla Suriye yazmamalı, yazacaksa kendilerine bazı Suriyeli kontaklar verebilir ve konuşturabilirim. Çünkü, kendi itirafıyla anlaşılıyor ki, Suriye üzerine yaptığı analizler sadece bugün değil, krizin başladığı ilk zamanlarda da, Suriye halkın ezici şekilde karşı iken, kendisinin askeri müdaheleye destek vermesi ile de yanlış ve Suriye gerçeklerinden, halkın taleplerinden ve zeminde ne olduğundan kopukmuş. Haddime düşmeyerek söylemeliyim ki Amberin Zaman onbinlerin canını kaybettiği Suriye konusunda okuyucularını eksik ve çoğu kez yanlış önermelerin zulmünden bir an önce kurtarmalı. Suriyelilerin Esad zülmünden nasıl kurtulacağını ise Suriye’de olanlardan haberdar ve duygularıyla savrulmayanlara bırakmalı.
Ayrıca bu vesileyle Amberin Zaman’ın ilk Washington ziyaretinde ‘kahve içelim’ teklifini hatırlatıyor, buraya geldiğinde de birçok Suriyeli ile tanıştırmayı umut ediyorum.
Zaman’ın the Economist’deki yazıları özellikle son zamanlarda Türkiye’deki demokrasi eksikliklerine, AKP ve Gülen cemaatine yaptığı eleştirilerle dikkat toplarken, en baştan söylemeliyim ki Suriye üzerine yazdığı yazılardaki naiflik şaşırtıcı boyutta. Zaman’ın Türk basınındaki önemine riayeten bugünkü yazısındaki bazı ciddi çelişkilere, hiç de niyetim olmadığı halde, ayna tutmak zorunda kaldım.
• Öncelikle Suriye krizinin en başında askeri müdahele olmasını savunduğunu söylerek muhtemelen Zaman tarafsızlığını ispat etme çabasında, ama maalesef bu itiraf Zaman’ın o günlerde de, bugünlerde olduğu gibi Suriye halkından ve zemindeki gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu göstermekte. Tekrar hatırlatmak gerekirse, Suriye muhalefetinin büyük çoğunluğu, en azından Ağustos sonlarına ve hatta Sonbahar ortalarına kadar özellikle NATO müdahelesine ve dış müdahelelere karşıydı. Bu tarihlere kadar Hür Suriye Ordusunun henüz esamesi pek okunmuyor, ismi duyulmaya başlasa da, barışçıl protestolarla Esad’ın gitmesi Suriye isyancılarının genelinde hakim bir görüş olarak duruyordu. Demek ki Zaman o zamanlar çok önce, Suriye isyancılarına ve halkına rağmen NATO veya dış müdahelesini istiyormuş ki, herhangi bir aktivist ile görüşmüş, Suriye halkının nabzını tutabilmiş olsaydı, yanlışlığının farkına varırdı.
• Zaman, hiç hazzetmediğini ifade ettiği Henry Kissinger’in geçtiğimiz günlerde yazdığı ve Washington Post’da yayınlanan yazısına büyük atıflarda bulunuyor. Demek ki Kissinger’in ortadoğu analizlerine büyük önem veriyor. Aynı yazısında Zaman bir de Irak’daki tampon bölge tartışmalarını Suriye’yle ilişkilendiriyor (Irak tartışmalarının Suriye’ye uygulanmasındaki bazı naifliklikleri daha önce ortaklaşa yayınladığım bu raporda cevap vermiştim). Ne büyük talihsizlik ki, aynı Kissinger’in şimdi savaşı başlatanların büyük çoğunluğunun dahi hatırlamak istemediği Irak Savaşının en büyük destekçisi ve stratejik olarak özellikle Irak’taki enerji kaynaklarının önemine 2007 yıllarında dahi yaptığı atıflar, azıcık bakılsa, Kissinger’in neden Irak Savaşını ve işgalini desteklediğini gösterebilirdi. Ve aynı Kissinger’in, enerji kaynaklarına sahip olmayan Suriye’ye müdahelenin gereksizliğine inanmasının nedenleri de sezinlenebilirdi. Zaman'ın Irak atıfının yapıldığı yazısında, bu yanlış savaşın en büyük destekçilerinden birinin Suriye konusundaki bir yazısında atıf yapmak, en hafif anlamıyla ciddi ve derin bir tenakuza işaret ediyor.
• Ben şahsen müdahele karşıtı hiç kimseyi Esadçı olmakla suçlamam. Ama kafası ciddi karışık olan ve görüldüğü kadarıyla Suriye halkından ve zemindeki gerçeklerden en başından beri uzak kalan bir ismin, bu halde reçete yazmasını hoş görmem. Bu hem Suriye halkına saygısızlık hem de Amberin Zaman ismine yakışıksız kalır.
• ‘’Suriye Ordusu halen çok güçlü’’ diyor Zaman. Savunmasız halka tankla veya henüz bugün Latakya’da görüldüğü üzre helikopterle saldıran bir ordu mu güçlü dediği ordu? Bu ‘’çok güçlü’’ ordunun ülkenin büyük bir kısmında sürekli bir şekilde kalamadığını biliyor mu Zaman? Özellikle rejimin elit ordusu ve büyük çoğunluğu Esad ile aynı altyapıya sahip 4. Kolorduyu oradan oraya gönderip, bombalayıp, sonra başka yerlere kaçıp aynı vahşiliği yapan bir ordu mu kuvvetli? İçeriden gelen haberler Idlib, Hama, Daral Zour ve Humus gibi büyük şehirlerin büyük kısmının artık isyancıların elinde olduğunu gösteriyor ve ancak tanklarla bu yerleşim merkezlerine girebildiğini, en azından benim twitter timeline’ımdan bilmesi gerekirdi, çünkü anladığım kadarıyla Suriye içinden görüştüğü kimse yok Zaman’ın. Şu an Esad rejiminin Şam ve Halep dışında neredeyse hiçbir yerde sivil otoritesinin kalmadığı bir ülkeden sözediyoruz. Tampon bölgeler zaten doğal olarak kuruluyor. Bütün askeri varlığını, siviller üstüne çullanarak kullanan ve Hula katliamı gibi insanlık dışı katliamlara karışan Suriye rejimi ordusunu halkına göre ‘’çok güçlü’’ olarak tanımlayabilirler tabi ki. Ama normatif olarak böyle bir tanımlama ancak yanlış bir tanımlamadır.
• Güvenilir hiçbir kimsenin ‘ABD’yi bırak, bu işi Türkiye tek başına yapar’ dediğini ben duymadım. Bu tür abartılı sözlerin yanlış algı yaratmasının önüne geçmesi için en azından isim verebilirse, Batı'da veya Türkiye'de, çok seviniriz. Ben de dahil olmak üzere, ezici bir çoğunluk Türkiye’nin Suriye meselesini tek başına çözüme kavuşturabileceğine inanmıyor. Ve bu nedenden dolayı da, her ne kadar retorik olarak Esad’a karşı Türkiye sert ve tehditvari görünse de (ki bu duruşun Esad'a ciddi bir baskı kurduğu bir gerçektir), harekete geçmemektedir. Çünkü Ankara’daki politika yapıcıları da Suriyeli Kürt konusu gibi daha birçok Türkiye’nin iç ve dış dezavantaj ve yetersizliklerinden dolayı, Suriye meselesinde ABD’nin desteğini alması gerektiğinin farkındadır.
• Zaman’ın yazısının en ciddi hayalkırıklığı yaratan kısmı ise son paragrafları. Türkiye neden Hür Suriye Ordusuna kapılarını açtı diyor Zaman. Bu şu demek, Ankara bütün sınır kapılarını sıkıya sıkıya kapamalı ve Suriyeli sivillere ateş açmaya daha çok dayanamayan ve Suriye içinde yaşaması da mümkün olmayan ordu eski mensupları Esad’ın ‘olmayan’ rahmetine bırakılmalıydı. Ben Suriye zindanını sadece 12 saat gördüm Ocak ayında ve tutukluluğumun ilk saatlerinde karşılaştığım ve daha sonra ‘’hoşgeldin partisi’’ olarak adlandırıldığını öğrendiğim -kendimin de ucundan azıcık tattığı- tekme, tokat ve küfür resepsiyonuna şahit biri olarak bu yarım gün bana yetti. Kelepçeli olarak kaldığım yaklaşık 6-7 saat içinde her iki yanımda duran iki şabihayı, ülkeden çıktıktan sonra haftalarca rüyalarımda gördüm, Suriye güçlerinden her gece kaçarak uyandım. Allah, Zaman’a böyle bir tecrübe hiç göstermesin. Göstermesin ama Zaman da Türkiye Suriye muhalefetine kapılarını kapamalıydı aklını verirken, yazısının girişinde bahsettiği vicdanına daha çok müracaat etsin, belki o konuda da, ümit edelim, bir savruluş daha yaşar. Bunun ötesinde bu tavsiyesine de daha çok cevap vermeyeceğim.
• Suudi Arabistan’da Şiiler ayaklansa ve rejim katliamlara başlasa ‘oraya da mı müdahele edelim diyecek Ankara' sorusu ise izan ölçüsü olmayan bir sual. Türkiye’nin en uzun sınırının olduğu kapı komşusu Suriye ile Suudi Arabistan nasıl karşılaştırılır ve nasıl böyle bir çıkarsama yapılabilir? Bugün ABD’nin komşusu Mexico’da olanlar başkalarını ne kadar az ilgilendiriyorsa, Türkiye’nin kapı komşusu Suriye’de olanlar da o kadar çok Ankara’yı ilgilendirir. Türkiye’nin moral olarak durduğu yer doğru yerdir. Yarın birgün, Suudi Arabistan’da da bir ayaklanma çıkarsa, Türkiye hakkı yenen ve ayaklananların yanında ve otoriterlere karşı durmalıdır. Bu ise her ülkede ama özellikle Türkiye gibi orta ölçekli ve sürekli yükselen ülkeler için coğrafi olarak doğrudan etkilendiği ülkeler gibi olmaz. Hiç kimse de neden Türkiye Arabistan’a müdahele etmiyor diye çıkışmaz. Burada Suriye'nin Türkiye'nin Milli Güvenlik açısından önemini anlatmaya kalkarak uzatmayacağım. En özet haliyle, Zaman bir kez daha abartılı ve yersiz karşılaştırmaların kurbanı yapıyor okuyucularını.
• Zaman’ın bir köşe yazısına yazacağım en kısa ve üstüne basmalıyım ki en nazik cevaplar bunlar. Zaman daha fazla Suriye yazmamalı, yazacaksa kendilerine bazı Suriyeli kontaklar verebilir ve konuşturabilirim. Çünkü, kendi itirafıyla anlaşılıyor ki, Suriye üzerine yaptığı analizler sadece bugün değil, krizin başladığı ilk zamanlarda da, Suriye halkın ezici şekilde karşı iken, kendisinin askeri müdaheleye destek vermesi ile de yanlış ve Suriye gerçeklerinden, halkın taleplerinden ve zeminde ne olduğundan kopukmuş. Haddime düşmeyerek söylemeliyim ki Amberin Zaman onbinlerin canını kaybettiği Suriye konusunda okuyucularını eksik ve çoğu kez yanlış önermelerin zulmünden bir an önce kurtarmalı. Suriyelilerin Esad zülmünden nasıl kurtulacağını ise Suriye’de olanlardan haberdar ve duygularıyla savrulmayanlara bırakmalı.
Ayrıca bu vesileyle Amberin Zaman’ın ilk Washington ziyaretinde ‘kahve içelim’ teklifini hatırlatıyor, buraya geldiğinde de birçok Suriyeli ile tanıştırmayı umut ediyorum.
No comments:
Post a Comment