twitter

Tuesday, June 26, 2012

Turkiye'nin Suriye'ye karsi Sertleşmesi Esad'ın mı İşine Yarayacak?

Türk Jetinin geçtiğimiz Cuma günü düşmesiyle birlikte, 16 aydır kendi vatandaşlarını katletmeye devam eden Suriyenin acımasız Esad rejimi, Türk medyasının da radarına, nihayet, tamamen girmiş oldu. Bununla birlikte, Suriye içi dinamikleri ve Türkiye’nin rolünün daha iyi anlaşabilmesi için, birkaç gündür farklı köşe yazılarında öne sürülen bazı temelsiz önerme ve argümanlarını düzeltme ihtiyacı acilen hasıl oldu. Daha önce yaptığım bu düzeltme yazılarına bir süre daha devam edeceğim.

YeniŞafak Gazetesindeki Akif Emre’nin ‘’Bu Kez Müdaheleyi İsteyen Şam’’ başlıklı yazısında Şam’ın kasten Türkiye’yi Suriye’ye çekme planı olduğunu iddia eden yazının bazı argumanlarına cevaplar aşağıdadır:
  • Bir yıldan fazla bir süredir… Türkiye'nin adeta Batılı ülkeler tarafından olayın içine itilmek isteniyor: ABD, Suriye krizi başladığından beri hep geride kalmış, özellikle Ağustos ayında Türkiye Esad ile bağlarını kopardıktan sonra, Ankara sürekli şekilde Washington’a baskı yaparak, Esad’a karşı pozisyonun sertleştirmesini istemiştir. Suriye'nin herhangi bir enerji kaynağına sahip olmaması, İran’ın her zaman için daha öncelikli konu olması, Esad sonrası dönemde İslamcıların iktidara gelme korkusu ve Suriye’nin Rusya ve İran ilişkilerinde ABD’yi zorda bırakan konumundan dolayı, Washington Ankara’ya sabır tavsiye ederken, Ankara burnunun dibinde bir düşmandan bir an once kurtulmanın yollarını aramıştır. Bir yıldan fazla bir süre Batılıların Türkiye'yi itelemesi değil, tam tersine Türkiye'nin Batılıları itelemesi vardır.
  • Türkiye’ye, gücünün üstünde bir bölgesel güç imajı yüklenmiştir: Bu nasıl bir argumandır anlamak imkansız. Türkiye’nin AK Partisi ve başta Erdoğan ve Davutoğlu olmak üzere on yıldır bölge lideri bir Türkiye’nin tablosunu çizmemekte midir? On yıldır AK Parti yanıltılmakta veya zorlanmakta mıdır? On yıldır Erdoğan'ın konuşmalarını ABD mi yazmaktadır?
  • Suriye sınırlı ve kontrollü bir sıcak müdahale zeminini oluşturarak her şeyden önce iç dengelerde elini güçlendirmek istiyor. Yani, ABD ve NATO'nun hazırlıksız yakalandığı bir kriz çıkartarak Türkiye'yi kendi belirlediği alanda sıcak çatışmaya çekmeyi planlıyor: Suriye içi dinamikler yakından incelendiğinde bu argumanın ne kadar yanlış olduğu, Esad rejiminin, Emre’nin ifade ettiği şekilde bir kontrolü çoktan kaybettiği görülecektir. Öncelikle Türk otoritelerine göre 66 bin kadar Suriye askerinin şimdiye kadar Esad rejiminin ordusunu terketmiştir. Rejim ordusunun 16 aydır kadın, çoluk-çocuk, yaşlı demeden katletmesi nedeniyle ordudan ayrılmaların hızının arttığı açıkça görülmektedir. Washington DC deki Harb Çalışmaları Enstitusü (Institute for the Study of War) Suriye uzmanı Joseph Holliday’e göre ise şu anki Özgür Suriye Ordusu sayısı 40 bin civarındadır. Holliday’in Mart ayı başında yaptığı önceki brifingde bu sayıyı 10 bin olarak belirtmesi oldukça dikkat çekicidir. Şu an itibariyle Suriyeli isyancılar Halep’ın kuzeybatısındaki Jısr al Shoughour, Idlib’ın kuzeyi, Humus’un kuzeyindeki Rastan ve güneybatısındaki al-Qusayr, Şam’ın kuzeyindeki Al Kalamoun bölgesinin kırsal alanları özellikle Lübnan sınırındaki büyük bir bölüm, ve Deraa’nın çevre kırsal alanlarındaki büyük boşluklarda doğal tampon bölgeleri kurmuştur (daha çok bilgiyi buradan bulabilirsiniz ) Hatta, Suriye içinden ilk elden bir kaynak Salı günü, (26 Haziran) bildirdiğine göre Antakya’dan Suriye’nin Halep’ine kadar geniş topraklar Özgür Suriye Ordusu kontrolü altında kurtarılmış bölge şeklini halini almıştır. Diğer taraftan son günlerde giderek Şam’ın merkezinde mutad hale gelen şiddetlenen çatışmalar (buradan ayrıca Fehim Taştekin’in ‘Suriye bu çılgınlığı neden yaptı’ yazısında ‘Şam’da panik yok’ sözünün bizzat Esad tarafından ‘Suriye bir savaş hali yaşıyor’ dediği gün yayınlanması ise tam bir ironi. Suriye’deki durumu ‘savaş’ olarak tanımlayan Esad ama Taştekin’e göre panik yok!) Suriyeli isyancıların artan etkisini açıkça gösterirken, yine son günlerde artarak devam eden orduyu terkeden üst ve orta derecedeki subaylar da ordudaki moralin hızla düşmeyi sürdürdüğünü göstermektedir. Gözle görülen bu olgular dışında, duygularla bezenmiş olacağı korkusuyla Suriyeli muhaliflerin aktardığı ve Suriye rejimi ordusunun moralinin daha da kötü olduğu yönündeki bilgileri ise kendime saklıyorum.
  • Bütün bunlar, daha çok yakın zamana kadar silah ve mühimmat açısından oldukça zayıf olan isyancıların bütün bu zorluklara rağmen, tankı, uçağı ve helikopteriyle karşısında duran rejim güçlerine karşı her bakımdan güçlendiğinin işaretidir. Hayatta kalma mücadele yapan bir rejimin Emre’nin söylediği şekilde ince ve komplike bir planı uygulamak değil, düşünmeye vakti yoktur. Yakında bu çok daha iyi anlaşılacaktır.
  • Böylelikle dış düşman saldırısı altında olduğu algısı oluşturarak milli birlik havası estirmek ve muhaliflerin söylemini elinden almak istemektedir. Her ulus-devlet vatandaşı dış tehlike karşısında iç farklılıkları bir kenara koyup ortak düşman karşısında birlik olmaya yatkındır:, Türkiye’nin şimdi yaptığı gibi, ciddi bir güç kullanma tehdidini sınıra askeri yığanak ile desteklemesi Esad’ın işine yarayacak mı? Bu konuda hiçbirimize gökten vahiy gelmediğine göre elimizdeki donelerle ve akıl muvacehesinde cevap vermemiz gerekiyor: Hayır. Dışarıdan Esad ordusunu ciddi bir şekilde tehdit eden bir aktörün ortaya çıkması, Suriye muhalefetini, şimdiye kadar gördüğümüz gibi cesaretlendirecek ve ordudan ayrılışları da artıracaktır. Esad rejimi içeride meşruiyetini kaybetmiştir ve halkının büyük çoğunluğu tarafından benimsenmemektedir. Tam aksine, Cuma namazı çıkışları ve akşamları yapılan protestolarda aylardır ve ısrarla Özgür Suriye Ordusunu silahlandırma ve tampon bölgesi kurulması için çağrılar yapmakta, sloganlar atmakta ve afişler taşımaktadırlar. Bu halkın, aylardır yardım istediği Türkiye’nin sert adımlarından dolayı Esad’ın arkasında ‘Milli Birlik’ adına toplanacağını iddia etmek için Suriyeli halkı tanımamak, Suriyeli muhaliflerle görüşmemek gerekir.
  • Nitekim Suriye muhalefetinin siyasi temsilcileri Türkiye'nin müdahil olmasının kendi konumlarını zayıflatacağı kanaatindedir: Türkiye gibi bir dış bir aktörün, sınıra asker yığma ve Erdoğan’ın grup toplantısında da açıkladığı gibi sınıra yaklaştığı görülen Suriyeli ordu elementlerinin legal bir hedef olarak alınacağı yönündeki açıklamaları Suriyeli muhalefet liderleri tarafından sevinçle karşılanmıştır. Özgür Suriye Ordusu sözcüsü Albay Malik Kurdi, Washington Post’dan Liz Sly’a verdiği demeçte Türkiye’nin bu yeni söyleminin ÖSO’yu sadece Türkiye’ye sınır şehir olan İdlib’de değil bütün Suriye’de güçlendireceğini ifade etmiştir. Benim görüştüğüm birçok Suriyeli muhalifte Türkiye’nin yeni ve güçlü söyleminden mutlu olduğunu ve Liz Sly’ın haberini doğruluyor. Zaten Suriye Ulusal Konseyi, aylar öncesinde dış mudahele istemediği için sokakların tepkisini haftalarca, aylarca çekmiştir. Suriye'nin hangi siyasi temsilcileri Türkiye’nin mudahil olmamasını istemektedir? Musluman Kardeşler geçtiğimiz sonbahar da Türkiye’nin müdahelesini istemiştir. Kimdir bu Emre’nin bahsettiği siyasi temsilciler? Şam'daki kukla muhalefet partileri mi? Kim dinliyor onları..
  • Buna karşın Türkiye'nin beklenenin aksine soğukkanlı bir tutum sergileyerek bu oyuna gelmeyeceğini gösteren tutumu, beklediği gerilimin oluşmasını engelledi. Dış düşman saldırısı ve tehdit algısını oluşturmada başarılı olamadı:.Başbakan Erdoğan, Salı günkü konuşmasında, Suriye ordu kuvvetlerinin, daha önce meydana geldiği gibi Türkiye sınırına yaklaşması halinde, bu elementleri legal bir hedef olarak alınabileceğini açıkça söylemiş, ve bu da ‘de facto’ve fiili bir tampon bölgesinin kuruluşu adına atılan en büyük adım olmuştur. Her ne kadar Suriyeli muhalfiler Türkiye’nin bu tehdidini yeterli görmeyip, daha çok yardım istese de, Türkiye’nin bu kararlı tutumu Suriyeli muhaliflerin genelinde yarı-bayram havasında karşılandı. Bu, bundan önce Türkiye’nin attığı birçok diğer adım gibi halkına terör yaşatmayı kendine huy eden rejimin sonunu hızlandıracaktır ve aslında oldukça sert bir cevap olmuştur. Erdoğan, fiili olarak Suriyeli güçleri, kendi toprakları da olsa Türkiye sınırına yaklaşmaktan men etmiştir. Esad’ın blöfünü görmüş, yumruğunu kaldırmıştır, gerilimi düşürme yerine kontrollü şekilde artırmıştır. Gerisi Esad’a bağlıdır ve kendi ülkesinde egemenliğini sadece muhaliflere değil, Türkiye’ye karşı da bir kez daha kaybederek yenik hale gelmiştir.
  • Suriye üzerinde oynanan bir küresel rekabetin de sahnelendiğini gözden ırak tutmamalı: 16 aydır 15 bin kişinin katledildiği, yüzbinlerce kişinin yerinden olduğu, sadece Türkiye’de 35 bin göçmenin yaşadığı bir ortamda küresel oyunlar ve komploları konuşmayı zül olarak görüyorum.
  • 'Suriye'nin tırmandırdığı uçak krizi, Amerikan merkezli tek kutuplu dünya sisteminin sona erişinin' ilanı: Çok yakında Esad yıkıldığında, Emre, bu ilanının sonunu da ilan eder herhalde…

Peki hiç tehlike yok mudur? Olmaz olur mu? Türkiye bu noktadan sonra Suriye halkının uluslararası alandaki avukatı olmuştur. Suriye’nin, eninde sonunda (kanaatimce çok da uzak olmayan bir gelecekte) yıkılacak bu rejim sonrasındaki dönemde en ciddi sorumluluğu olan ülke olacağı beklenmektedir. Bütün bunlardan dolayı, Suriye muhalefetinin Esad sonrası dönem için yapılan planlamalara daha hız vermesi gerekmekte ve Türkiye’nin de daha da artan bir şekilde muhalefeti bu yönde çalışmaya zorlaması gerekmektedir. Türkiye’nin, şu aşamada, askeri bir şekilde Suriye güçleri ile çatışıp çatışmayacağı bilinmemektedir. Bilinen odur ki, askeri bir müdahele yapmasa da, Türkiye, şimdiye kadarki dönemde Suriye muhalefetine verdiği destekden dolayı ve Türk jetinn düşmesinin ardından da daha artan bir şekilde Suriye meselesine karışmıştır ve Esad sonrası dönemde, ABD’nin, Saddam’ın düşmesi sonrası yaşadığı karışıklıkları kapı komşusunda yaşanmaması için çalışmalara hız verilerek devam edilmesi gerekmektedir.

Bir sonraki yazımda da ‘’Assad Sonrası Suriye, Saddam Sonrası Irak mı olacak?’ konusuna eğileceğim.



My Qs and As with the State Dept Spox Nuland, 06-26-12

Reds by other reporters

Turkish Military Mobilization to the Syrian Border

QUESTION: So while you are trying to get Annan plan work and the armors and heavy armors pulled back, at the same time, Turkey now is – sent its military convoy to the border this morning. It’s quite known on media and credible news reports. Are you concerned that there would be some events or incidents happening at this border?

MS. NULAND: Well, first of all with regard to our ally, Turkey, as you know – and NATO has issued a statement to this effect and NATO Secretary General Rasmussen has been out in front of the press – NATO met today to hear Turkey’s briefing on the incident and stood in strong solidarity with our ally, Turkey, particularly with regard to any further incidents, called the incident that happened unacceptable, condemned it in strongest terms, et cetera. So we will continue to stay in close touch with Turkey about its security concerns and stay solid as allies, as we always do.

QUESTION: How would you assess Turkey’s briefing today at NATO? Were you satisfied by Turkey’s arguments?

MS. NULAND: My understanding is it was a very productive session.
QUESTION: The Turkish Prime Minister today, referring to last Friday’s incident, talked about new rules of engagement when it comes to Syria and talked about how such incidences would be treated as a threat going on. Does that kind of talk worry the United States about raising tensions even further along an already tense border?

MS. NULAND: Well, I’m going to refer you to Turkey to whatever decisions it’s made about its own military posture. We understood those public statements to refer to how Turkey would respond if its territory were incurred.

Please.

QUESTION: Wait a minute. I mean, you guys can surely have a position on what he said. And as I understood it, what he said was that if their territory was breached that they would respond militarily. Is that a good thing for him to lay out that line?

MS. NULAND: I’m not going to comment directly on his statements or his comment beyond saying that I think the statement that the alliance made today at 28 expressing our solidarity with Turkey and our commitment to her as an ally speaks for all of us.

QUESTION: Now, you mentioned something about breaching Turkish sovereignty and so on. Are you aware of any incident where Syrian forces or Syrian airplanes have breached actually Turkish airspace or Turkish boundaries?

MS. NULAND: Again, I think that conversation’s better directed – that question is better directed to the Turks in terms of the precise technical question.

QUESTION: Just – Turkish officials today said Syrian helicopters five times breach the Turkish airspace, just to respond to that question.

MS. NULAND: Thank you. (Laughter.)

QUESTION: My question is: At this point, is – U.S. is ready to extend any arm assistance to Turkey for any aggression or in case of any event at the border (inaudible)?

MS. NULAND: Well, Turkey is our ally. As NATO said today and as the Secretary General said today, we’re prepared to look at any request that Turkey wants to make.

Please.

QUESTION: Have there been any requests or have there – has there been any contingency planning in the event of a further provocation or act of aggression?

MS. NULAND: Well, like the U.S. military, NATO prepares for all contingencies. So I’m not going to speak to details, but as you know, the setup today was a briefing followed by the very strong political statements of support.

Annan Plan
QUESTION:  Just to follow up, Victoria, I mean, yesterday’s statements from this building and a statement by Ambassador Rice basically said that the Kofi Annan plan is basically kaput.  So you’re saying that it is not, that it’s still – it is alive and kicking and it can go forward? 

MS. NULAND:  That is not the way I would have read what we had to say about that.  We have never characterized the plan in those terms.  We have certainly been clear that there are concerns that the plan’s not being implemented, therefore the monitors can’t do their job.  And the international community has got to come together in a united way to give Kofi Annan more support and to get this plan implemented.

QUESTION:  So what – I mean, just to follow up on Arshad’s question, what would constitute the go forward post the 30th of June?

MS. NULAND:  Said, I think I just outlined what we’re looking for.  We’re looking to set forth a framework for a political transition that includes the ceasefire, includes the pullback of heavy weaponry, that gives a path forward for the Syrian people so that they can see that they’re going to have a political transition, they’re going to have the right to choose their own government, and that the rights of all Syrians – whether they are majority or minority, men, women – are going to be protected by the process.  And then we’ll be able to move forward from there.



Iran Participation to the Syrian Meeting
QUESTION:  -- would you say that the two sticking points to having a meeting are Iran’s participation and the getting to a new political reality post-Assad?  Would you say those – are those the only two, or are there more?

MS. NULAND:  Again, I think I’ve said what I have to say about our work to get to a conference that’s going to be productive.  We want to make sure that if we do this, it’s not going to be an empty meeting, that it’s going to actually produce results for the Syrian people. 

QUESTION:  At this – you will be going if Iran goes or not?

MS. NULAND:  Again, we are still working on the participation.  We do not think that Iran has a place at the table.

Please.

QUESTION:  Have you received an invitation, Toria, or – from Annan?

MS. NULAND:  Well, we’ve been working with Annan on what the terms would look like, so we are still working on how it’s going to look.



Monday, June 25, 2012

My Qs and As with State Dept Spox Nuland, 06-25-12

Reds by other reporters


TurkishJet Incident

QUESTION:  Turkey and --

MS. NULAND:  Yeah.

QUESTION:  -- the downed Turkish jet incident.  The first question is:  Has Secretary Clinton spoken to Foreign Minister Davutoglu since Saturday?

MS. NULAND:  Not since the phone call that she read out – that we read out yesterday.  You will have seen the statement that we put out based on her phone call with Foreign Minister Davutoglu. 

QUESTION:  Have there been any notable exchanges between the other Administration officials and the Turkish officials so far since Saturday?

MS. NULAND:  Yes.  Under Secretary Sherman has been in contact with the political director.  Phil Gordon’s been in contact with the political director.  Our Embassy, Ambassador Ricciardone, has been very much involved in consulting with the Turks. 

QUESTION:  So today, Syria’s Foreign Ministry Spokesman came out and basically said that it’s self-defense – that’s what they did and shot down Turkish jet.  We all read your Administration statement.  What’s your response to this latest self-defense argument of Syria?

MS. NULAND:  Well, as we said in our statement – and I’m not going to get into details of the incident; I’m going to send you to the Turkish side for those – but as we said in our incident[1], there was no warning to this aircraft.  It was just shot out of the sky.  And that obviously is not in keeping with international norms in such incidents.

QUESTION:  So what would you recommend your Turkish ally to do at this point?  What’s your recommendation to Turkey?

MS. NULAND:  Well, they are continuing to consult with their partners.  You know that they have asked for an Article 4 consultation at NATO.  They are continuing.  I think the Foreign Minister made calls to all of the P-5 over the weekend.  So we look forward to continuing to hear their views of this incident and to hear what they want to do moving forward. 

QUESTION:  Are you willing to extend your full support if the – tomorrow with the NATO Summit in Brussels if Turkey would ask to respond to Syria in same kind?

MS. NULAND:  Well, I’m certainly not going to get into predicting what Turkey might ask for at NATO, what its views might be at NATO.  And I’m certainly not going to be drawn into hypothetical situations.

Please.


Article 4/NATO
QUESTION:  What your position would be in this Article 4 consultation?

MS. NULAND:  Well, an Article 4 consultation under the NATO Treaty is the right of any ally when it has security concerns of any kind.  So essentially, we start with being in listening mode to an ally that has asked for the consultation, and then we go from there. 

QUESTION:  Is it a two-way thing?  Would you advise them --

MS. NULAND:  Of course, of course.  But we have to see what Turkey comes in with and what it wants from NATO after it briefs on the situation. 

QUESTION:  What would you want from them?

MS. NULAND:  Again, I’m not going to prejudge a meeting that hasn’t happened yet.

QUESTION:  How are the – or is there anything more solid on this meeting, the contact group meeting?  Is it going to happen, not going to happen?

MS. NULAND:  The proposal of Kofi Annan for --

QUESTION:  Yeah.

MS. NULAND:  Yeah.  We are continuing to talk to Kofi Annan’s staff.  There were meetings over the weekend, including a number of the countries who might be represented.  But as we’ve said, we’re not going to settle finally until we’re sure that we can have a meeting that’s going to make real progress in the interest of a democratic transition. 

QUESTION:  Is it your understanding that if the U.S. doesn’t go, is there a meeting that it will skip, or is this meeting not going to happen if you guys decide it’s not the right time?

MS. NULAND:  Well, what we’re trying to do is come to some consensus among some of the major players as to what the meeting would look like so that everybody can see that it will be worth having.  So --

QUESTION:  Right.  But I mean, are you under the impression that if he’s going to go, he would go ahead with having a meeting if you guys weren’t going to go?

MS. NULAND:  Again, you’re getting me into hypotheticals I just can’t predict.

QUESTION:  Well --

MS. NULAND:  But we’re trying to get to the point where we work on the elements of this meeting in a way that it can be productive and that we can all go.  Whether it’s on that timeline or whether it takes more time, or – we’ll just have to see.

QUESTION:  Toria, just a NATO question.  Maybe (inaudible) -- 

MS. NULAND:  I know nothing about NATO. 

QUESTION:  -- but you know NATO very well.  With Chapter 4 consultations, then does an individual country ask for Chapter 5, or does it have to be applied for that and then other – the other members say yes, we agree?  Or how – could you walk us through Chapter 5?  What could potentially happen next?

MS. NULAND:  Well, Article 4 of the – and I would refer you to the NATO Treaty.  It’s a nice, short document.  It’s on the website, www.nato.int.  Article 4, as you’ll see if you read that original charter from 1949, speaks to the right of any ally to ask for political consultations, essentially.  Article 5 can be invoked either by an ally who has been struck or by others when there is an issue of having been attacked. 


Search/Rescue Operation -- TurkishJet

QUESTION:  Same topic.  Have you been asked from Turkey for the rescue-and-search operations for the lost pilots of the jet?

MS. NULAND:  My understanding is that through our regular military-to-military channels we’re providing some support, but I don’t think we’ve been asked to actually participate in the operation.  But I’m going to send you to DOD for the details on where we are exactly.  But we’ve made clear that we’re open to what can be helpful.


UN Monitor Mission
QUESTION:  On Syria again, so far, as far we know, is UN monitors right now in Syria and waiting and the mission is halted.  What’s your timeline?  How long they are – are they expecting any specific order?  What they are waiting for in Syria right now in their hotels?

MS. NULAND:  Well, you know that they have a mandate that runs 90 days from when it was initially issued, so that takes us into the middle of July.  My understanding is that they are now postured essentially in their large bases, that they continue to feel that the security situation is insufficient for them to go out and monitor and patrol.  So the bulk of the energy now of the international community is focused on whether we can get further progress on the Annan Plan and particularly this issue of a democratic transition, but also the issue of trying to get a ceasefire so that the monitors could become effective again.  And if we’re not at that place, then we’re going to have to reconsider where we are with the mandate and certainly by the time it expires. 


Syria's Grand Mufti Visit to DC
QUESTION:  According to news reports, State Department has given a visa to Syria’s Grand Mufti, Hassoun, who has been on the record threatening U.S. and West sending suicide bombers just a couple months ago.  Apparently, he is going to talk about dialogue and coexistence in one of the D.C. think tanks.  Do you have any information on that?  How such a person can be given visa – are you fully comfortable with that?

MS. NULAND:  Well, we are aware that he, along with a number of other clerical figures, has been invited to an event at the Carnegie Endowment for International Peace.  But you won’t be surprised if I’m not going to comment on visa matters at all, in terms of confidentiality under U.S. law. 

QUESTION:  Very quick follow-up.  Will there be any meetings with the Syria’s Grand Mufti at State Department or any Administration officials are going to have meetings with him?

MS. NULAND:  Again, what we have at this point is an invitation.  I don’t have anything for you on anything further. 


TurkishJet
QUESTION:  I don’t know – I suspect you will not know about these bulletins which seem to have come out while we were in the room, but a Turkish Government spokesman says that Turkey will protect itself within international law and that Syria’s downing of the Turkish aircraft will not go unpunished.  The same spokesman says that another Turkish plane was fired upon by Syrian forces during the initial search and rescue operation for the first plane.  Do you have any comment on those?  And is the statement that it will not go unpunished a helpful one? 

MS. NULAND:  Again, I think our next plan with our Turkish allies is to hear what they have to say when they come to the NAC tomorrow, to be briefed by them, and to have a better sense of the path forward from their perspective.  So we will await that meeting. 

QUESTION:  Very briefly, do you have anything to say about this apparent surge of – well, not surge, these latest defections?

MS. NULAND:  That we’ve seen the reports that you have seen; that they appear to be credible; that there were dozens of Syrian military who defected to Turkey overnight with their families; that there are at least 38 soldiers, including military officers.  So this appears to be an increasing pace of these kinds of military folks voting with their feet, voting with their airplanes, voting with their cars, voting with their families against the Assad regime.  And this is something that we have long called for, for people to follow their consciences, refuse to obey orders, and to make their views clear. 

QUESTION:  There are several reports today in Arab media that 20 of the defected soldiers who went to Jordan over the weekend are going to be sent back to Syria.  Have you heard on this or what’s your comment on --

MS. NULAND:  I don’t have anything on that.  The bulk of the officers we saw were going into Turkey that that was – but as you know, Jordan has been very welcoming of refugees and defectors from Syria all the way through this.  So that would surprise me. 

Saturday, June 23, 2012

Bölge Lideri Türkiye Suriye'ye Nasıl Cevap Vermeli



Esad güçlerinin Turk RF-4E, Phantom II uçağını düşürmesinin kesinlik kazanmasının ardından şimdi sorulacak soru Esad güçlerinin neden böyle bir yolu seçmiş olduğu ve bundan sonraki basamakların ne olacağı. Cumartesi sabahı itibariyle halen pilotların durumu bilinmiyor ve dualarımız sağ-salim bulunacak olmaları.

İlk bakışta, Esad güçlerinin, Türkiye’nin bir uçağını düşürmesini mantık kurallarıyla açıklamak oldukça zor görünüyor. Kendi ülkesi içindeki ayaklanmanın her geçen gün alevlendiği ve Suriye içinde kuzeyden güneye beş, altı tampon bölgenin kurulduğu (Halep’ın kuzeybatısı, Jısr al Shoughour, Idlib’ın kuzeyi, Humus’un kuzeyindeki Rastan ve güneybatısındaki al-Qusayr, Şam’ın kuzeyindeki Al Kalamoun bölgesinin kırsal alanları özellikle Lübnan sınırındaki büyük bir bölüm, ve Deraa’nın çevre kırsal alanlarındaki büyük boşluklar) bir dönemde, Türkiye gibi bir ülkeyi provoke etmenin anlamı yok gibi görünüyor.  Herşeye rağmen bazı nedenler şunlar olabilir:

·         Kaddafi’nin de BM’nin toplantı üzerine toplantı yapıp bir türlü karar alamadığı bir dönemde, Bengazi’nin eteklerinde radyoyla ‘’Bengazi’deki isyancıları kapı kapı fareler gibi bulup öldüreceğim’’ tehdidinin nasıl da BM Güvenlik Konseyinde bir tasarı çıkarılmasına yardımcı olduğunu hatırlıyoruz. Adeta bir katalizör görevi üstlendiği o radyo çağrısı, NATO harekatı başladıktan sonra da hemen tüm dünya liderince bir katliamın önüne geçilmesi için neden olarak sunulmuştu. Bazen diktatörler, hele bu şekilde yurtiçi ve yurtdışı baskının altında kalmışlar ise mantıki hareket edemeyebiliyorlar. Özellikle yanlarında onlara sağduyu öğütleyecek kimselerin azaldığı da başka bir gerçek.

·         Bir hafta önce İngiliz Independent ve hafta içi de New York Times’da daha da detaylı olarak yazılan ve Türkiye’nin Körfezden gelen silahları Suriye’ye kanalize ettiği, CIA ajanlarının Suriyeli isyancılarla görüşmelerini sağladığı ve hatta bizzat da Özgür Suriye Ordusu milislerine silah sağladığı haberleri  (bu haberleri en son Cuma sabahı Türk Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Selçuk Ünal bir kez daha yalanladı) bütün dünyada yankılandığı gibi, Şam’da da izlendi. İhtimal ki, açıkça keşif yaptığı ve basındaki bilgilere göre 1964 model bir uçağın Suriye havasahasının sadece bir veya birkaç km içinde vurulması, kendilerine son zamanlarda verilen emrin bir neticesi olması oldukça mümkün. Türk uçaklarının daha önce de bölgede keşif amaçlı ve muhtemelen have istihbaratı toplamak üzere sorti yaptığı da ihtimallerin çok dışında değil. Türkiye’nin Suriyeli isyancılara daha açıktan yardım ettiğinin bütün dünya basınında yer aldığı bir dönemde, Şam’ın Türkiye’ye mesaj vermek amacıyla radar ünitelerine verdiği bir emrin devamı olarak bu saldırının yapılmış olabileceği görülüyor.

·         Konunun Rusya ile de alakası olabilir. Rusya’nın Esad rejimine başından beri ciddi silah ve askeri eğitim verdiği bütün dünyanın malumu. Eğer bölgede zaten Ruslar tarafından tedarik edilmiş hava radarlarının (SA-3 sitesi Latakya  çevresinde konuşlandırılmış) yine Rusların öncülüğünde bu kararı alıp, br Türk uçağını vurmuşlarsa hiç şüphesiz bu Türkiye ile Suriye değil, Rusya’yla da arasını gerginleştirebilir. Türkiye’nin, yine de Rusya’yı doğrudan kınayabileceği bu aşamda pek ihtimal dahilinde görülmüyor. ( Suriye'nin savunma sistemleri için Aram Nerguizian'ın CSIS raporu, en kapsamlı ve yeni rapor. Kendisi Lübnanlı olan Nerguizian, Suriye ve Ortadoğu ülkelerinin askeri kapasitelerini en iyi bilen uzmanlardan biri:  http://csis.org/files/publication/111213_SyriaMilitaryIntervention.pdf )

·         Her halukarda, NATO üyesi bir ülkenin uçağının bu şekilde düşürülmesi bir saldırı ve provakosyon fiilidir ve Türkiye, Mart ayında sınır çatışmaları nedeniyle Başbakan Erdoğan tarafından mevzu bahis edilen NATO’nun 5. Maddesini (bir üyeye saldırı NATO’nun bütün üyelerine saldırıdır) Brüksel’de müzakereye açmak için şimdi daha çok nedene sahiptir.

·         Bütün bunların yanısıra, Suriye içinde de Annan Planı’nın artık tümüyle ölüm döşeğinde, ve resmi olarak ‘’ölü’’ ilan edilmesi arefesinde geldiğini hatırlatmak gerekir. Özellikle son birkaç gün içinde Suriye'de ölü sayıları yeniden günlük olarak yüzleri buluyor. Londra merkezli the Observartory Cuma günü 96 kişinin hayatını kaybettiğini ve bunların çoğunun yine sivil olduğunu bildirdi. Suriye ordusu birçok şehirde tank, topları ve son zamanlarda fazlasıyla atak helikopterlerini kullanmaya devam ediyor.  Bunların yanısıra Perşembe günü Yüzbaşı Hassan Hamada’nın MIG-21 ile Ürdün’e sığındığını ve ailesinin de Türkiye’ye taşındığı gelen haberler arasında. Tabi, ölenler sadece isyancılar değil. Tam tersine rejim güçlerinin artık daha çok kayıp verdiği, Cuma günü de sadece Halep’de 25 rejimin düzensiz güçleri Şabihaların öldüğü haberleri geldi. Kısacası, Suriye Annan Planının ilk uygulanmaya başlandığı günlerin aksine şiddetin giderek arttığı bir ortamda kendini buluyor bu günlerde.

Şimdi Ne olacak:

·         Öncelikle pilotların arama ve kurtarma çalışmaları Suriye güçleriyle birlikte yapılıyor ve bu aramalardan bir sonuç alınıncaya kadar Ankara’nın olayları beklemeye alması, Başbakan Erdoğan’In Ankara’ya indiği andan itibaren takındığı soğuk kanlı ve dikkatli tavrını devam ettirmesi beklenebilir.

·         Arama & Kurtarma işlemleri sonrası ise Ankara’nın Şam’dan bu konu üzerinde hesap sormaktan başka bir şansı bulunmuyor. Türkiye’nin Hava Kuvvetlerine bağlı bir uçağın Suriye’nin karasularında olduğu kesinleşirse dahi, bu uçağı durdurabilmek için birçok farklı yöntemlere başvurabilir veya önlemler alabilirdi. ‘’İt dalaşı’’ denen ve Türk ve Yunan uçaklarının onyıllardır Ege’de yaptığı türü müdaheleye girerek uçağı uzaklaştırabilir veya Suriye’ye indirilmesi için baskı uygulayabilirdi. Bir başka yöntem doğrudan uçağı düşürmek için değil, uyarı amaçlı atış yapılabilirdi. Türk Phantom’unun silahsız bir keşif uçağı olduğu, günümüz radar teknolojileri bağlamında biliniyor olmalı. Bunun yerine doğrudan uçak hedef alındı.

·         Ankara ne yapabilir: Ankara, ne zaman düşeceği üzerine hergün yüzlerce yorum yayımlanan Esad rejimine karşı ‘’kararlı adımlar atacağını’’ ifade etti. Şu aşamada bu adımların Ankara’da inceden inceye düşünüldüğü kesin. Türkiye, daha önce İsrail’in katlettiği 9 vatandaşı sonrası İsrail'den istediği tazminat ve özür şartlarını, zaten ilişkilerini kopardığı, iki günde bir en ağır hakaretlerle kendi vatandaşlarına yaptığı zulümlerden dolayı Esad rejimini kınadığı ve zaten meşruiyetini kaybettiğini ileri sürdüğü bir rejimden isteyemez. Özür veya tazminat pazarlığına böyle bir rejimle girmek bir anlamda zül olarak kabul edilebilir. Ankara gerektiği gibi cevap vermediği takdirde, Esad rejimi kendi kendisine ‘’zafer naralarını’’ da atar bir duruma gelebilir. Önümüzdeki saat ve günlerde, bu gerekli adımların ne olacağı, NATO ve Washington ile şimden başlayan görüşmeler sonrası belli olacaktır. Erdoğan’ın kendisi de, sallanan ve bütün dünyaca hergün yerden yere vurulan bir rejim karşısında, bu olayı geçiştirme veya diplomatik müzakere yoluna gitme yolunu seçme lüksü yoktur. Böyle bir lüks, Erdoğan da biliyor ki, Türkiye’nin son yıllarda bolca ileri sürdüğü ‘liderlik’ imajında tamiri güç, büyük bir gedik açacaktır.

Friday, June 15, 2012

Gülen'in Erdoğan'ı Reddinin Kodları

Gülen Erdoğan'ın davetini geri çevirdi:

Fethullah Gülen Hoca, Başbakan Erdoğan’ın önceki gün Türkçe Olimpiyatları ödül töreni esnasında yaptığı Türkiye’ye dönüş çağrısını, Herkül.org'un twitter hesabından duyurulan ve Cuma günü çekildiği görülen bir video vasıtasıyla ve henüz zamanı olmadığı gerekçesi ile reddetti.

Öncelikle hiçkimsenin beklemediği bir anda Başbakan Erdoğan’ın, davetli olduğu ve TT Arena’da gerçekleşen Türkçe Olimpiyatları ödül töreninde, Hareketin sevenleri tarafından hınca hınç doldurulan bir stadda yaptığı yurda dönüş daveti, ve sonrasında kalabalığın bu çağrıyı tezahüratla desteklemesi sonrası ısrarlı tekrar, cemaatin ileri gelenleri tarafından şaşkınlıkla karşılanmıştı. Tarihi bir şekilde bu çağrıya bizzat video yoluyla cevap veren Gülen, Pensylvannia’da bir grup talebeyle birlikte yaşadığı evinden, konuyla ilgili sorulan soru sonrası cevap verdi. Cevabında verdiği mesajlar ise şöyleydi:


  • Fethullah Hoca'nın, önceki devlet büyüklerinden Turgut Özal veya Bülent Ecevit’e karşı kullandığı ‘sıcak’ hitapların hiçbirini Erdoğan için kullanmaması dikkat çekti. Önce Erdoğan’dan ‘’o’’ olarak bahseden Gülen, konuşmanın sonrasında da 'sayın başbakan' olarak Erdoğan’a hitap etti ve bu dönüş davetini başbakanın ‘civan mertliğine’bağlamasına rağmen, 10 dakikayı bulan videonun genelinde Erdoğan’a karşı oldukça mesafeli bir çizgiyi koruması dikkat çekti.
  • Hayatının önceki kesitlerinden örnekler veren Gülen, adeta kendisini yeniden anlatma ihtiyacı duyduğunu gösterdi. Kendi ailesi, amcası veya çok yakınlarının geçmişte kendisini evlendirmek gibi hayatına yön vermeye farklı zamanlarda yeltendiklerini ama kendini dinin hizmetine adayarak kendi yörüngesini kendisi seçen biri olduğunun altını çizdi.
  • Kendisinin hayatının geride kalan bölümlerinde tehlikeden kaçmadığını 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat darbelerini örnekler göstererek anlatan Gülen, endişesinin kendisi değil, şimdiye kadar olan ‘kazanımlar’ olduğunu söyleyerek, Erdoğan ve hükümetinin de halen, gerektiği kadar Türkiye’nin gidişatına hakim olmadığını, Türkiye’deki degisim sürecinin devam ettiğini de ifade etmiş oldu.
  • ‘’Dünya adına hiçbir sevdam olmadı’’ veya ‘’bir dikili taşım dahi yok.. ailem yok’’ demesiyle, Erdoğan’ın ve hükümetinin ileri gelenlerinin gazetelerde seyrek de olsa ara ara ortaya atılan dünyevi varlıklarına atıf yapmış oldu ve kendisinin tümüyle farklı gayelere sahip olan, adeta farklı kulvarda koşan biri olduğunu üstü kapalı olarak işaret etti.
  • Eğer tabloyu uygun görürsem o da ‘benim.. fakirin bileceği iştir’ diyen Gülen, beklenmedik seviyede direkt bir cevap vererek, Erdoğan’ın gel çağrısını emrivaki olarak gören cemaatin bir bölümü ile aynı fikirde olduğunu, bu kararı alması için kimsenin çağrısına ihtiyacı olmadığını da belirtmiş oldu. Gerektiği zamanda ise davaya gönül vermiş arkadaşları ile bu kararı kendisinin alacağını söyleyerek, bir anlamda Erdoğan’ın sınırı aştığının işaretini vermiş oldu.
  • Bir müddet daha sıla sevdasıyla kalacağını söyleyen Gülen, açıklıkla Erdoğan’ın davetini reddetti.
Gülen’in yer yer ağladığının da görüldüğü duygusal ve beklenmedik derecedeki açık cevabı ile kendi kararını kendisinin alacağını farklı kelime ve olaylarla anlatması, bundan sonra gözleri tekrar Erdoğan’a yöneltecek. Ülkenin başbakanı olarak yaptığı davetin bu şekilde reddedilişi ve Gülen’in mesafeyi özenle koruyan tavrı, özellikle son haftalarda ÖYM tartışmaları ile tekrar alevlenen cemaat ve AKP farklılaşmasının da bir yansıması olarak algılanabilir. Gülen, Başbakan’ın davetinin ne yeri, ne de zamanı olduğunu ve ayrıca bu kararın Erdoğan’ın iradesi dışında olduğunu da üstüne basarak ifade etmiş oldu.

Tuesday, June 05, 2012

Amberin Zaman Suriye Zulmüne Son Vermeli

Amberin Zaman bugün Habertürk’de ‘’Suriye’ye askeri müdahele’’ başlıklı bir yazı yayımlayarak bir kez daha Suriye meselesini ele aldı. Anlaşıldığı kadarıyla kendisi, Suriye’de olanlardan oldukça etkilenmiş ve savrulmuş. O kadar ki, en başta Suriye’ye hemen bir müdahele yapılmalı pozisyonundan, şu anki, bir uluslararası mutabakata varılmadan hareket edilmemeli pozisyonuna ulaşmış.

Zaman’ın the Economist’deki yazıları özellikle son zamanlarda Türkiye’deki demokrasi eksikliklerine, AKP ve Gülen cemaatine yaptığı eleştirilerle dikkat toplarken, en baştan söylemeliyim ki Suriye üzerine yazdığı yazılardaki naiflik şaşırtıcı boyutta. Zaman’ın Türk basınındaki önemine riayeten bugünkü yazısındaki bazı ciddi çelişkilere, hiç de niyetim olmadığı halde, ayna tutmak zorunda kaldım.

• Öncelikle Suriye krizinin en başında askeri müdahele olmasını savunduğunu söylerek muhtemelen Zaman tarafsızlığını ispat etme çabasında, ama maalesef bu itiraf Zaman’ın o günlerde de, bugünlerde olduğu gibi Suriye halkından ve zemindeki gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu göstermekte. Tekrar hatırlatmak gerekirse, Suriye muhalefetinin büyük çoğunluğu, en azından Ağustos sonlarına ve hatta Sonbahar ortalarına kadar özellikle NATO müdahelesine ve dış müdahelelere karşıydı. Bu tarihlere kadar Hür Suriye Ordusunun henüz esamesi pek okunmuyor, ismi duyulmaya başlasa da, barışçıl protestolarla Esad’ın gitmesi Suriye isyancılarının genelinde hakim bir görüş olarak duruyordu. Demek ki Zaman o zamanlar çok önce, Suriye isyancılarına ve halkına rağmen NATO veya dış müdahelesini istiyormuş ki, herhangi bir aktivist ile görüşmüş, Suriye halkının nabzını tutabilmiş olsaydı, yanlışlığının farkına varırdı.

• Zaman, hiç hazzetmediğini ifade ettiği Henry Kissinger’in geçtiğimiz günlerde yazdığı ve Washington Post’da yayınlanan yazısına büyük atıflarda bulunuyor. Demek ki Kissinger’in ortadoğu analizlerine büyük önem veriyor. Aynı yazısında Zaman bir de Irak’daki tampon bölge tartışmalarını Suriye’yle ilişkilendiriyor (Irak tartışmalarının Suriye’ye uygulanmasındaki bazı naifliklikleri daha önce ortaklaşa yayınladığım bu raporda cevap vermiştim). Ne büyük talihsizlik ki, aynı Kissinger’in şimdi savaşı başlatanların büyük çoğunluğunun dahi hatırlamak istemediği Irak Savaşının en büyük destekçisi ve stratejik olarak özellikle Irak’taki enerji kaynaklarının önemine 2007 yıllarında dahi yaptığı atıflar, azıcık bakılsa, Kissinger’in neden Irak Savaşını ve işgalini desteklediğini gösterebilirdi. Ve aynı Kissinger’in, enerji kaynaklarına sahip olmayan Suriye’ye müdahelenin gereksizliğine inanmasının nedenleri de sezinlenebilirdi. Zaman'ın Irak atıfının yapıldığı yazısında, bu yanlış savaşın en büyük destekçilerinden birinin Suriye konusundaki bir yazısında atıf yapmak, en hafif anlamıyla ciddi ve derin bir tenakuza işaret ediyor.

• Ben şahsen müdahele karşıtı hiç kimseyi Esadçı olmakla suçlamam. Ama kafası ciddi karışık olan ve görüldüğü kadarıyla Suriye halkından ve zemindeki gerçeklerden en başından beri uzak kalan bir ismin, bu halde reçete yazmasını hoş görmem. Bu hem Suriye halkına saygısızlık hem de Amberin Zaman ismine yakışıksız kalır.

• ‘’Suriye Ordusu halen çok güçlü’’ diyor Zaman. Savunmasız halka tankla veya henüz bugün Latakya’da görüldüğü üzre helikopterle saldıran bir ordu mu güçlü dediği ordu? Bu ‘’çok güçlü’’ ordunun ülkenin büyük bir kısmında sürekli bir şekilde kalamadığını biliyor mu Zaman? Özellikle rejimin elit ordusu ve büyük çoğunluğu Esad ile aynı altyapıya sahip 4. Kolorduyu oradan oraya gönderip, bombalayıp, sonra başka yerlere kaçıp aynı vahşiliği yapan bir ordu mu kuvvetli? İçeriden gelen haberler Idlib, Hama, Daral Zour ve Humus gibi büyük şehirlerin büyük kısmının artık isyancıların elinde olduğunu gösteriyor ve ancak tanklarla bu yerleşim merkezlerine girebildiğini, en azından benim twitter timeline’ımdan bilmesi gerekirdi, çünkü anladığım kadarıyla Suriye içinden görüştüğü kimse yok Zaman’ın. Şu an Esad rejiminin Şam ve Halep dışında neredeyse hiçbir yerde sivil otoritesinin kalmadığı bir ülkeden sözediyoruz. Tampon bölgeler zaten doğal olarak kuruluyor. Bütün askeri varlığını, siviller üstüne çullanarak kullanan ve Hula katliamı gibi insanlık dışı katliamlara karışan Suriye rejimi ordusunu halkına göre ‘’çok güçlü’’ olarak tanımlayabilirler tabi ki. Ama normatif olarak böyle bir tanımlama ancak yanlış bir tanımlamadır.

• Güvenilir hiçbir kimsenin ‘ABD’yi bırak, bu işi Türkiye tek başına yapar’ dediğini ben duymadım. Bu tür abartılı sözlerin yanlış algı yaratmasının önüne geçmesi için en azından isim verebilirse, Batı'da veya Türkiye'de, çok seviniriz. Ben de dahil olmak üzere, ezici bir çoğunluk Türkiye’nin Suriye meselesini tek başına çözüme kavuşturabileceğine inanmıyor. Ve bu nedenden dolayı da, her ne kadar retorik olarak Esad’a karşı Türkiye sert ve tehditvari görünse de (ki bu duruşun Esad'a ciddi bir baskı kurduğu bir gerçektir), harekete geçmemektedir. Çünkü Ankara’daki politika yapıcıları da Suriyeli Kürt konusu gibi daha birçok Türkiye’nin iç ve dış dezavantaj ve yetersizliklerinden dolayı, Suriye meselesinde ABD’nin desteğini alması gerektiğinin farkındadır.

• Zaman’ın yazısının en ciddi hayalkırıklığı yaratan kısmı ise son paragrafları. Türkiye neden Hür Suriye Ordusuna kapılarını açtı diyor Zaman. Bu şu demek, Ankara bütün sınır kapılarını sıkıya sıkıya kapamalı ve Suriyeli sivillere ateş açmaya daha çok dayanamayan ve Suriye içinde yaşaması da mümkün olmayan ordu eski mensupları Esad’ın ‘olmayan’ rahmetine bırakılmalıydı. Ben Suriye zindanını sadece 12 saat gördüm Ocak ayında ve tutukluluğumun ilk saatlerinde karşılaştığım ve daha sonra ‘’hoşgeldin partisi’’ olarak adlandırıldığını öğrendiğim -kendimin de ucundan azıcık tattığı- tekme, tokat ve küfür resepsiyonuna şahit biri olarak bu yarım gün bana yetti. Kelepçeli olarak kaldığım yaklaşık 6-7 saat içinde her iki yanımda duran iki şabihayı, ülkeden çıktıktan sonra haftalarca rüyalarımda gördüm, Suriye güçlerinden her gece kaçarak uyandım. Allah, Zaman’a böyle bir tecrübe hiç göstermesin. Göstermesin ama Zaman da Türkiye Suriye muhalefetine kapılarını kapamalıydı aklını verirken, yazısının girişinde bahsettiği vicdanına daha çok müracaat etsin, belki o konuda da, ümit edelim, bir savruluş daha yaşar. Bunun ötesinde bu tavsiyesine de daha çok cevap vermeyeceğim.

• Suudi Arabistan’da Şiiler ayaklansa ve rejim katliamlara başlasa ‘oraya da mı müdahele edelim diyecek Ankara' sorusu ise izan ölçüsü olmayan bir sual. Türkiye’nin en uzun sınırının olduğu kapı komşusu Suriye ile Suudi Arabistan nasıl karşılaştırılır ve nasıl böyle bir çıkarsama yapılabilir? Bugün ABD’nin komşusu Mexico’da olanlar başkalarını ne kadar az ilgilendiriyorsa, Türkiye’nin kapı komşusu Suriye’de olanlar da o kadar çok Ankara’yı ilgilendirir. Türkiye’nin moral olarak durduğu yer doğru yerdir. Yarın birgün, Suudi Arabistan’da da bir ayaklanma çıkarsa, Türkiye hakkı yenen ve ayaklananların yanında ve otoriterlere karşı durmalıdır. Bu ise her ülkede ama özellikle Türkiye gibi orta ölçekli ve sürekli yükselen ülkeler için coğrafi olarak doğrudan etkilendiği ülkeler gibi olmaz. Hiç kimse de neden Türkiye Arabistan’a müdahele etmiyor diye çıkışmaz. Burada Suriye'nin Türkiye'nin Milli Güvenlik açısından önemini anlatmaya kalkarak uzatmayacağım. En özet haliyle, Zaman bir kez daha abartılı ve yersiz karşılaştırmaların kurbanı yapıyor okuyucularını.

• Zaman’ın bir köşe yazısına yazacağım en kısa ve üstüne basmalıyım ki en nazik cevaplar bunlar. Zaman daha fazla Suriye yazmamalı, yazacaksa kendilerine bazı Suriyeli kontaklar verebilir ve konuşturabilirim. Çünkü, kendi itirafıyla anlaşılıyor ki, Suriye üzerine yaptığı analizler sadece bugün değil, krizin başladığı ilk zamanlarda da, Suriye halkın ezici şekilde karşı iken, kendisinin askeri müdaheleye destek vermesi ile de yanlış ve Suriye gerçeklerinden, halkın taleplerinden ve zeminde ne olduğundan kopukmuş. Haddime düşmeyerek söylemeliyim ki Amberin Zaman onbinlerin canını kaybettiği Suriye konusunda okuyucularını eksik ve çoğu kez yanlış önermelerin zulmünden bir an önce kurtarmalı. Suriyelilerin Esad zülmünden nasıl kurtulacağını ise Suriye’de olanlardan haberdar ve duygularıyla savrulmayanlara bırakmalı.

Ayrıca bu vesileyle Amberin Zaman’ın ilk Washington ziyaretinde ‘kahve içelim’ teklifini hatırlatıyor, buraya geldiğinde de birçok Suriyeli ile tanıştırmayı umut ediyorum.